26 Şubat 2014 Çarşamba

Köyümüz Sakinlerinden Ahmet ŞEKER'in Hanımı Hanım ŞEKER  21.02.2014 tarihinde hakkın rahmetine kavuşmuştur.Merhuma Allah dan rahmet yakınlarına başsağlığı dilerim.Ruhi için el fatiha....

10 Şubat 2014 Pazartesi

DUYURU.
Hasbek Köyü Yardımlaşma, Dayanışma ve Kültür Derneğinin Olağan Genel Kurul Toplantısı  22 Şubat 2014 tarihinde saat:13.00 de Yozgatlı Dernekler Federasyonu binasında yapılacaktır.Bütün hemşehrilerimiz davetlidir.
Dernek Başkanı Mehmet DURNA GSM: 05053840561
DUYURU.
Hasbek Köyü Yardımlaşma, Dayanışma ve Kültür Derneği tarafından 2014 yılı "Yayla Şenlikleri" 31 Mayıs-01 Haziran 2014 tarihleri arasında yapılması planlanmaktadır.Düğün,Nişan v.b proğramların bu duyurunun dikkate alınarak yapılmasını tüm hemşehrilerimize önemle bildiririz .
Dernek Başkanı Mehmet DURNA GSM:05053840561

2 Şubat 2014 Pazar

Köyümüz Sakinlerinden Cici Bekir'in Hanımı Fatma OVALI 02.02.2014 tarihinde hakkın rahmetine kavuşmuştur.Merhumun cenazesi 03.02.2014 tarihinde Hasbek Köyü mezarlığında toprağa verilecektir.Merhuma Allah dan rahmet yakınlarına başsağlığı dilerim.Ruhi için el fatiha....

HASBEKLİ MAHMUT PEHLİVAN

Köyde doğup-büyüyenler, bir eğitim ve kültür merkezi olarak köy odalarının, günümüzde pek çok kurum ve kuruluşun, küçümsenemeyecek bütçe ve birçok çalışanıyla çağın sunduğu teknolojik imkanları da kullanarak yerine getirmeye çalıştıkları çeşitli faaliyetleri, nasıl tek başına ve büyük bir başarıyla ifa ettiklerini bilirler. "içinde yaşadığımız zaman içerisinde bu özelliğini koruyabildi mi, ya da ne ölçüde koruyabildi?" gibi bir soru akla gelse de; okulların bugünkü kadar yaygın olmadığı eski zamanlarda okuma-yazma ve dini eğitim veren bir okul; sinemasız, televizyonsuz, radyosuz günlerimizin yegane kültür ve eğlence merkezleri olarak zaman içinde kendisinden beklenilen görevleri yerine getirmiş bir kurum olarak söz edebiliriz köy odalarından...

Çocuklar orada öğrenirler abdest almayı, namaz kılmayı... Çocukluktan gençliğe geçiş sürecinde karşılaşacakları yeni durumlara hazırdırlar köy odasında aldıkları eğitim sayesinde...Hele büyükler arasında zaman zaman namaz sürelerinin doğru okunup okunmadığı konusunda başlatılan sohbetler esnasında yükselen kahkahalar...

Çocukların da en çok severek izledikleri, bir yandan kendi yanlışlarını düzeltmede yararlandıkları; diğer yandan büyüklerin yaptığı yanlışlara uzun uzun gülerek eğlendikleri bu sohbetler, yöremizde bir de deyim kazandırmıştır dilimize: "Burhan'ın Tebbed okuduğu gibi"...

Akşama kadar tarlada, bağda, bahçede toprakla mücadeleden yorgun düşen köylüler, akşam yemeğinden sonra soluğu köy odasında alırlar; çaylar orada içilir koyu bir sohbet eşliğinde... Derken bir el uzanır, duvara gömülmüş tahta dolaba; eski, yıpranmış bir kitap çıkarır... Burnunun ucundaki kalın camlı gözlüğü ile lambanın altında uygun bir yer arar kendine bilge görünüşlü yaşlı adam... ve titreyen sesiyle başlar okumaya... 

Odadaki herkes, o, sese yönelir. Çıt çıkmaz kimselerden... Okunan hikayenin oluşturduğu duygusal hava orada bulunanları başka başka alemlere götürürken, zaman zaman göz pınarlarından taşan birkaç damla yaşın yanaklardan süzülüşünü gizleme gayretleri gözlerden kaçmaz.

Yaşlı adamın" Eh... bugünlük de bu kadar..." diyerek kitabı kapatmasıyla odada bulunanlar dakikalarla sınırlı o hayal aleminden uyanırlar... Saat da ilerlemiş, yatma vakti gelmiştir.Birbirlerine "iyi geceler" dileyerek odadan ayrılan köy sakinleri yorgunluklarını atmış olarak ve derin bir iç huzuruyla evlerinin yolunu tutarlar.

"Leyla ile Mecnun", "Tahir ile Zühre", "Ferhat ile Şirin", "Arzu ile Kamber'... köy odalarında yaşar ve yaşatılırlar... Yeni sevdalar ve genç sevdalılar Onlardan alır ilhamını.

Köy odalarında yaşar Dede Korkut, Deli Dumrul, Köroğlu, Karacaoğlan... Köy odalarında canlanır anıları gazilerimizin, Yemen'e, Çanakkale'ye, Kurtuluş Savaşı'na dair. Göz yaşları içerisinde dinlenir atalarımızın kahramanlıkları, çaresizlikleri acıları....

Kültürel yozlaşma, kırsal alanlarda, yukarıda saydığımız sebeplerin yanı sıra sayabileceğimiz daha başka sebeplerden dolayı daha sınırlı bir düzeyde gerçekleşirken; şehirlerde, televizyonun da olumsuz tesiriyle daha büyük boyutlarda yaşanmış; televizyonlar, "Himen", "Voltran", "Pokemon" gibi sanal kahramanlarla Dede Korkut'u, Karacaoğlan'ı, Keloğlan'ı, Nasrettin Hoca'yı unutturmuştur. çocuklarımıza; ya da bizler taşıyamamışız televizyon ekranlarına kendi değerlerimizi çocuklarımız, geleceğimiz için.

Milli kültür değerlerimize bu derece bigane kalışımızın tabii sonucu olarak da, gelecekte, daha büyük boyutta bir kültürel dejenerasyonu yaşamamız kaçınılmaz olacaktır.

Türk halk kültürünün yaşamasında önemli bir pay sahibi olduğuna inandığımız "köy kültürü" ve buna bağlı olarak "köy odası kültürü" de, televizyonlarla taşınan Batı kültürünün tesiriyle yavaş yavaş da olsa bir bozulma, yok olma sürecini yaşar hale gelmiştir.

Korkulur ki, bu kültürle birlikte, bu kültürün yaşattıkları da unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Bu endişeyle; Yozgat Divanı'nın sunduğu imkandan da yararlanarak, bir "unutulmaz"ın yaşaması için, "can suyu" olur umuduyla bu yazıyı kaleme almaya karar verdik.

Kimdir bu "UNUTULMAZ"? 

Yozgat'ın yetiştirdiği bir büyük değer! Er meydanlarının "sırtı yere gelmemiş" başpehilvanı Merhum Murat SERTOĞLU'nun ifadesiyle "Anadolu Devi" Halk kahramanı, "efsane" başpehlivan Hasbekli MAHMUT!...

Hasbekli Mahmut Pehlivan'ı tanıtmaya çalışacağım siz değerli okurlarımıza. insanın; kendinden, yakınlarından övgüyle bahsetmesi pek hoş karşılanmaz toplumumuzda. Hele anlatılanlar inanmayı güçleştirecek, günlük hayatta pek sık rastlanılamayacak türden şeylerse...

Hasbekli Mahmut Pehlivan'ı anlatırken başkalarına, bu zorluğu hep yaşamışımdır. Dinleyenlerin yüzlerindeki ifade "anlattıklarınıza pek de inanmadıklarını", en azından "biraz fazla abartılı bulduklarını" söyler gibidir. Bu nedenle, halk arasında, köy odalarında anlatılanları, her yerde, herkese anlatamazsınız. inanmazlar. Adınız palavracı'ya çıkar.

Hasbekli Mahmut Pehlivan'la ilgili olarak, akıl ve mantık sınırlarını zorlayan, kabul edilemez türden hikayeler de anlatılır halk arasında. "Halk ürünü' olarak nitelendirebileceğimiz bu türden hikayelerden de örnekler sunacağız.

1980'Ii yılların başlarında, Rize'de görev yaparken, bir gün masanın üzerinde duran gazetenin 1. sayfasında, Türk insanına Aliçolar'ı, Adalı Halilleri, Kazıkçı Karabekirler'i, Sivaslı Sicimoğlu ve daha pek çok başpehlivanı tanıtan ve güreş sporunu her yaştan insana sevdiren merhum Murat SERTOĞLU'nun, bir süre sonra başlayacak olan yazı dizisine ilişkin duyuru gözüme çarptı. Yazıda, 'Murat SERTOĞLU'nun yeni bir yazı dizisine başlayacağı, bu yazı dizisinde Yozgat'lı bir başpehlivanı anlatacağından bahsediliyor, anlatılacak başpehlivanın adı zikredilmiyordu.

Bu kadarı bile benim için yeterli idi. Biliyordum ki Murat SERTOĞLU'nun yazacağı hikayenin kahramanı dedem Hasbekli Mahmut Pehlivandı. Sevinç ve heyecan içerisinde okudum çevremdekilere gazetedekileri...

Birkaç gün süren meraklı bekleyişten sonra nihayet beklenen yazı dizisi başladı Tercüman gazetesinde; üstelik ilk gün Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın yaşayan oğullarından, torunlarından bahsederken bizden de bahsetmiş, Rize'de öğretmenlik yaptığımızı yazmıştı.

Artık Hasbekli Mahmut Pehlivan'dan bahsederken daha cesurdum. Aslında anlatmama gerek de yoktu; öteden beri bildiğimiz, alıştığımız üslubuyla Murat SERTOĞLU anlatıyordu zaten. Bizim bugün yapmaya çalıştığımız, üstadın o tatlı üslubuna bakarak 'Burhan'ın Tebbet okuduğu gibi' bir şey olacaktır.

"Yozgat Divani" okuyucularına Hasbekli Mahmut Pehlivan'ı anlatırken yukarıda saydığımız zorlukları yaşamayacağımızı biliyoruz. Yozgat halkı Hasbekli Mahmut Pehlivan' ismine yabancı değil. Köy odalarında O'nun hikayelerini dinleyerek büyüdü pek çoğumuz. Hatta Hasbekli Mahmut Pehlivan'ı bizden daha iyi tanıyan meraklılarının bulunduğunu da biliyoruz.

Dedemiz Hasbekli Mahmut Pehlivan'a dair bildiklerimizin hemen tamamı, O'nun büyük oğlu, babamız merhum Hacı Mehmet YANALAK kaynaklıdır. ondan dinlediğimiz "Hasbekli Mahmut Pehlivan" hikayeleri ile büyüdük. Sizlere nakledeceğimiz şeyler de onun bize anlattıkları olacak haliyle. Bu vesileyle her ikisini de rahmet ve minnetle anıyorum.

DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU:

Hasbekli Mahmut Pehlivan 1857 senesinde, Hasbekte, Yakup-Asiye çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Hasbek: Akdağmadeni-Sarıkaya arasında, Kanak Çukuru'nda, kısmen daha yüksek rakımlı topraklarda kurulmuş ve sayıları 15'e varan köylerle çevrelenmiş vadinin tam ortasında 'cazibe merkezi" diyebileceğimiz bir köy.

İşte bu köyde doğup-büyüyen Hasbekli Mahmut Pehlivan daha çocuk yaşta babasını kaybetmiştir. İki kardeşiyle yetim kalan Mahmut Pehlivan, çocuk yaşta evin umurunu da üslenmek zorunda kalmıştır.

O zamanlar güreşsiz geçmeyen köy düğünlerinde seyrettiklerinin etkisinde bu ata sporuna heveslenen Hasbekli Mahmut Pehlivan, aynı zamanda ilk güreşlerine de Hasbek'te, bu düğünlerde çıkmıştır. 'Heves' kısa zaman sonra 'tutku "ya dönüşmüş, Hasbekli Mahmut Pehlivan'a köy meydanları yetmez olmuştur. Çevrede, başpehlivan olarak isim yapmış Hasbekli diğer pehlivanların peşine takılarak çevre köylerde meydan aramaya başlamıştır. Bu merakı sebebiyle evin büyüğü olarak yapması gereken işleri yapamaması sonucu, annesi, güreşmesini yasaklamış, bununla da yetinmeyip; köyün diğer pehlivanlarını, gittikleri güreşlere, oğlunu götürmemeleri konusunda uyarmış, hatta bu konuda onları suçlayıcı ifadeler de kullanmıştır. Bu durum karşısında Hasbekli pehlivanlar aslında kendileri için akran da sayılmayan bu çocuğu yanlarına yaklaştırmak istememişler, azarlamışlar, dövmüşler uzaklaştırmışlardır. Mahmut Pehlivan'ın içindeki 'güreş' tutkusu her türlü yasaklama ve yıldırmaya yönelik davranışlara rağmen, eksileceğine büyümüş. Hasbekli diğer pehlivanları uzaktan takip etmekten de geri durmamış. Zaman olmuş tarlada öküzleri bırakarak takılmış peşlerine. Zaman olmuş dövülmüş, horlanmış... Bu arada annesi asiye kadının azarlamaları, nasihatleri de cabası...

Bir gün, küçük kardeş Ali yine komşu köyden güreşten dönen Hasbekli pehlivanların önüne geçerek, ağabeyi Mahmut'u sorar onlardan. Pehlivanların içinde hem yaşça büyük, hem de pehlivanlıkta diğerlerinin önünde olan Mustafa Pehlivan cevap verir Ali'nin sorusuna: "Oğlum Mahmut Ağan güreşte birinci oldu, başpehlivanlık ödülü olarak bir boğa verdiler, boğa gelirken bağlara kaçtı, Ağan da peşinden gitti. Yürü git de Mahmut Ağa'na yardım et.diyerek alay eder. Ali bu sözlerdeki istihzayı fark edebilecek yaşta değildir. Söylenilenleri doğru sanarak ağabeyinin böylesine büyük bir başarı kazanmış olmasına sevinir. Ağa­beyini ve ödülü olan boğayı aramak için bağların yolunu tutar. Akşam olmuş, hava kararmıştır. Arada bir çakan şimşekle beraber yağmur da başlamıştır.Asiye kadını bir telaştır alır. Korkusu Mahmut'tan ziyade küçüğü Ali içindir. Korku ve telaşla, ne yapacağını bilmeden sağa-sola koştururken kapıda Mahmut görünür. Yağmurdan sırılsıklam olmuştur.

Daha kapıda karşılar annesinin azarlı, sitemli sözleri Mahmut'u... Zaten bekliyordur, hazırlıklıdır annesinin sorgular mahiyetteki sözlerine; ama bu kadarı da fazla değil midir?

O da korkar, telaşlanır. Annesinin bu aşırı tepkisinin sebebini sorar. Öğrendikleri Mahmut'u çok üzmüştür. "Büyüğüm", "Ustam" dediği insanlar tarafından böylesine aşağılanmak çok dokunmuştur O'na. Yorgunluğunu, yağmurdan sırılsıklam oluşunu da unutarak Ali'yi aramak için tekrar yağmurlu gecenin karanlığına döner.

Bir süre sonra, iki kardeş iliklerine kadar ıslanmış vaziyette kapıdan içeri girerler. Asiye kadın gözyaşları içinde kucaklar küçük Ali'yi. Islak giyeceklerini değiştirip kuruladıktan sonra, içilen sıcak bir çorbanın ardından, asiye kadın öğütlerine, nasihatlerine başlar:

Her işin, her şeyin bir zamanı vardır. Sen kim, pehlivanlık kim? Daha ağzında süt kokarken "pehlivanım" diye ortaya çıkarsan, işte böyle eğlencesi olursun onun, bunun".

Mahmut hiç ses çıkarmadan dinler annesini. Bir süre devam eden nasihatlerin ardından asiye kadın kararlı bir biçimde Mahmut'a döner:

"Daha sen beni bile yenemezsin".

Mahmut, Annesinin bu sözlerini hafif bir gülümseme ile karşılık verir. Asiye kadın söylediklerinde ciddidir.

Sahi söylüyorum. Ben şöyle dizlerimin ve ellerimin üstünde duracağım. Gücün yeter de beni çevirebilirsen o zaman güreşmen için izin vereceğim, yok çeviremezsen bir daha güreşe-müreşe gitmeyeceksin.

Asiye kadının bu teklifini geri çevrilemez bir fırsat olarak değerlendiren Mahmut, belli ki annesinin nasıl bir kadın olduğunu bilmiyordu. Asiye kadın çok güçlü-kuvvetli bir kadındı. Öyle ki, bir gün, köyün yakınında tezek toplarken yanına sokulan nişanlısı Yakup'u (Mahmut Pehlivan'ın babası) tezek çuvalının içine sokup, sırtladığı gibi köye getirmişti.

Düşünmeden kabul etti annesinin teklifini. Odanın toprak zemini üzerinde başladı anayla oğulun güreşleri... Mahmut Pehlivan çabalıyor, çırpınıyor, fakat çevirmek şöyle dursun yerinden oynatamıyordu annesini. Nihayet bir süre sonra pes etmek zorunda kaldı kan-ter içinde.

Bir süre uzak kaldı güreş meydanlarından anlaşma gereği. Ekini, toprağı ile meşgul oldu bir zaman. Asiye kadın da memnundu hayatından.

Aradan zaman geçmiş, Mahmut geçen zaman içinde daha da gürbüzleşmiş, tam bir delikanlı oluvermişti.

Zaman zaman annesi ile şakalaşır, oynaşır, O'na hissettirmeden test ederdi kendini. işte bir gün böyle bir oynaşma sırasında annesinin kuşağından tuttuğu gibi savurmuş, bir eliyle ayaklarını yerden kesmiştir asiye kadının... asiye kadın duygulanır, gözleri dolar. Anlamıştır Mahmut'un niyetini. Hem ana, hem baba olarak, böylesine yiğit bir evlat yetiştirmiş olmanın gururu yansır mütebessüm yüzüne. Kim bilir 'Ah... Yakup yaşasaydın da görseydin bu. günleri" diye bir iç geçirir, paylaşmak ister sevincini, yıllar önce ahirete yolcu ettiği yareniyle... Bir elini Mahmut Pehlivanın omzuna koyar,

"Yürü oğlum; artık sen pehlivan olmuşsun. Cenab-ı Allah benim kuvvetimi de, Hazret-i Ali'nin.kuvvetini de sana versin." diyerek Mahmut'un pehlivanlığını onaylar.

Yöre halkı, o tarihten sonra, Mahmut Pehlivan'ı izler güreş meydanlarında tüm azametiyle. Ünü kısa zamanda çevre köylere, kasabalara, vilayetlere yayılır.

KÖY ODASINDAN...

Köy odalarında en çok anlatılan hikayelerden birisi de "Hasbekli Mahmut Pehlivan" hikayeleridir. işte o hikayelerin en çok bilinen, tekrarlananlarından biri:
Mahmut Pehlivan'ın ünü köy, kasaba derken çevre vilayetlere kadar ulaşmıştır. işte o vilayetlerden birinde yaşayan anlı-şanlı bir başpehlivan, Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın ününü duyar ve der ki: 'Varayım gideyim şu pehlivanı bulayım, tanıyayım; anlatıldığı gibi midir? göreyim. Bu düşünceyle yola çıkar. Günlerce at üstünde yol aldıktan sonra, artık Hasbek'e yaklaştığını düşünerek o sırada yol kenarında öküzleriyle ekin ekmekte olan bir çiftçiden yol sormak ister. Bu düşünceyle çjftçiye yaklaşır, selam verdikten sonra çiftçinin saçtığı tohumdan bir avuç alır. Parmaklarının arasında tohumluk buğdayı ezerek un eder. Çiftçiye "Bu ne hemşerim un mu ekiyorsun?" diye takılarak böylece yaptığı işin fark edilmesini de sağladıktan sonra: "Buraların yabancısıyım. Hasbek'e gidiyorum. Yolu bilmiyorum. Sora sora buraya kadar gelebildim. Daha yolum var mı? Bana yolu tarif eder misin?" der. Çiftçi yolcunun avucundaki una kayıtsız bakar, sonra karasabanın tutağına çökerek, sabanın ucunu öküzlerle birlikte havaya kaldırır. Sabanın yönünü, ucunda öküzler olduğu halde sağa doğru çevirerek: "Şu karşıda minaresi gözüken köy var ya! işte Hasbek orası." der...Adam şaşakalmıştır. Meğer adamın sorduğu çiftçi Hasbekli Mahmut Pehlivan değil miymiş?

Şüphesiz ki bu anlatılanlar yaşanmış, ya da yaşanması muhtemel şeyler değildir. Ne var ki halkın Hasbekli Mahmut Pehlivan'ı nasıl gördüğü veya nasıl görmek istediği konusunda fikir vermesi bakımından önemlidir. Halk arasında Hasbekli Mahmut Pehlivan'a büyük bir pehlivan olmasının ötesinde veli gözüyle de bakanlar vardır. Olağanüstü bir takım olayların, sıradan şeylermiş gibi anlatılmasının sebebi olarak görülebilir bu inanış. Anlatılan pek çok hikayede bu türden izler görmek mümkündür. Mesela: Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın başında üç tüy vardır ki onları hiç kesmezdi. Güreşirken o tüylerin her biri çivi gibi dikilirdi. O zaman anlardık ki Mahmut Pehlivan hiddetlenmiştir ve rakibinin sırtını yere yapıştırması yakındır.

Rahmetli babam (Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın oğlu) anlatırdı: Bir gün babamla (Hasbekli Mahmut Pehlivan) Yozgat'a gidiyorduk. (Kağnılarla yaptığımız bu Yolculuk iki-üç günümüzü alırdı.) Artık Yozgat'a yaklaşmıştık ki, babam kağnıyı durdurdu, bana dönerek; "Mehmet, şu kayayı görüyor musun?" diye sordu. Yolun kenarında, kağnıdan daha büyücek bir kayayı gösteriyordu. "O kaya eskiden şuradaydı ve yoldan gelip-geçen arabalar, kağnılar için de bir engel teşkil ediyordu. Gene böyle bir yolculuk sırasında ben o kayayı oradan aldım, getirdim şu gördüğün yere diktim. Bir gün torunlarımla buradan geçersen onlara bunu anlat."

Kaya öyle bir-iki kişinin güç yetirebileceği gibi değildi. Şöyle göz kararı"2-3 ton kadar gelir" diye düşündü. Babasının bu talebini bir vasiyet" olarak kabul etmişti. Vefatına yakın bizlere bunu pek çok kez hatırlatmasına rağmen olayın geçtiği mevkii tam olarak kestiremediğimizden dedemizin bu vasiyetini gerçekleştirmek konusunda bir çabamız olmamıştı. Babam bu kayanın "Köçekli Köyü" yakınlarında olduğunu söylüyordu; biz de "Bu köy olsa olsa "Köçeğinkömü"dür: diye düşünürdük hep; çünkü bildiğimiz kadarıyla Yozgat'ta "Köçekli" diye bir köy yoktu. Bundan 2-3 yıl kadar önce bahsedilen köyün Yozgat'ın güneydoğusunda, Güdülelmahacılı Köyü'nün güneyinde bulunan "Köçeklioğlu Köyü" olduğunu; sözü edilen kayanın da o köyde bulunduğunu öğrendik. Kardeşlerim ve oğlumla beraber Köçeklioğlu Köyü'ne giderek yörede "Pehlivan Kayası" diye bilinen kayayı gördük. Köyün girişinde, yolun hemen kenarında Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın azametinin bir işareti gibiydi sanki. Üzerinde bulunduğu zemin taşlıktı. Kaya bu zeminin üstünde iğreti duruyordu; bu da bulunduğu noktaya sonradan taşındığı iddiasını güçlendiriyordu.

Böylece dedemizin vasiyeti de yerine getirmiş, babamızı da bu sorumluluktan kurtarmış oluyorduk.

GÜREŞLERİ:

Köyde geçen, televizyonsuz, uzun kış geceleri, komşularla, karşılıklı ziyaretlerle geçerdi. Bu ziyaretlerde sohbetin konusu, bağ-bahçe, tarla-taban dolaştıktan sonra Hasbekli Mahmut Pehlivan'a gelirdi her defasında. Rahmetli babacığım başlardı anlatmaya... Eve bir misafir geldiğinde, ya da gittiğimiz her ziyarette tekrarlanırdı bütün bunlar. Babacığım usanmadan anlatır, anlatır, anlatırdı... Bizler de aynı hikayeleri defalarca dinlerdik böylece. Aynı hikayeleri, sanki bir metinden okuyormuşcasına anlatırdı. Hiç değiştirmeden ve aynı ifadelerle...:

Kar, yağmur, çamur, hasılı sıkıntılarla dolu bir kışı daha geride bırakmış, kuş cıvıltılarının kuzu sesine, çimen kokularının toprak kokusuna karıştığı tertemiz, pırıl pırıl bir baharın yaşandığı günlerde bir yandan düğün hazırlığı sürmektedir Esat Bey'in konağında. Bir yandan çevre köylere, kasabalara okuntu salınırken öte yandan gelen davetlileri yedirip-içirmek, ağalığın, beyliğin şanına yakışır biçimde ağırlayabilmek için hummalı bir çalışma devam etmektedir.

Köy düğünü olur da güreş olmaz mı?.. Gün evveli çevre köylerdeki, kasabalardaki pehlivanlara okuntu salınmış, pehlivanlar birer ikişer toplanmışlardır bile. Hasbekli Mahmut Pehlivan, Esat Bey ile arasında geçmişte yaşanan tatsız bir olay sebebiyle ne düğüne ne de güreşe davet edilir.

Düğün başlar, er meydanı kurulur. Boy boy pehlivanlar güreşe tutuşur harman yerinde. Kıran kırana geçen güreşlerden sonra "ayak", "orta" ve "başaltı"nda ödüller sahiplerini bulur. Sıra"başpehlivanlık" güreşine gelmiştir. Hasbekli Mahmut Pehlivan korkusuyla bu kategoride çok fazla başpehlivan gelmemişti. ikisi Hasbek'ten, olmak üzere üç pehlivan vardı "baş"a güreşecek. Habekli pehlivanlardan biri Mahmut Pehlivan'ın kardeşi Ali Pehlivandı. Ağabeyi güreşecek olsaydı, katılmayacaktı belki ama O'nun yokluğunda "Başpehlivanlık" ödülünü alabileceğini düşünüyordu.

Güreş başladı. Ali Pehlivan "bay" çektiği için, diğer iki pehlivanın galibiyle güreşecekti. Çevrede "Kara Gili" adıyla tanınan Hüseyin Pehlivan, Hasbekli Mahmut Pehlivan ile karşılaşmayacak olmanın moraliyle üstün bir oyundan sonra Hasbekli pehlivanı alt etmiş, kısa bir dinlenmeden sonra ikinci güreş de başlamıştı. Başlamıştı başlamasına ama ikinci güreşin neticesi de birincisinden farklı olmayacaktı. Diğer pehlivanlardan daha iri yapılı olan "Kara Gili" üstünlüğünü Ali Pehlivan'a karşı da sürdürüyor, adeta kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu O'nunla.

Hasbek'te düzenlenen güreşlerde başpehlivanlık ödülü çoktandır köyün dışına çıkmıyordu; ancak bu sefer bu tılsım bozulacak gibiydi. Güreşi bu endişeyle takip eden Hasbekliler arasında "Ah şimdi Mahmut Pehlivan olmalıydı." diye söylenmeler başladı. Esat Bey'in aklından da geçmiyor değildi bu düşünceler; ancak bir türlü gururunu yenememiş, çağıramamıştı Mahmut Pehlivan'ı. ilk adımı ondan beklemişti. Mahmut Pehlivan da çağırılmadığı bir düğüne gitmektense işiyle meşgul olmayı uygun görmüş, karasabanı alıp tarlaya gitmişti.

Güreş Hüseyin Pehlivan'ın üstünlüğü ile devam ediyordu. Hasbekliler sonuçtan tamamen ümitlerini kesmişlerdi. Mağlubiyeti kolay kolay kabullenemiyorlardı. Hüseyin Pehlivan'ın spor ahlakına uymayan şımarık davranışlar sergilemesi seyredenleri büsbütün çileden çıkarmıştı. Nihayet Ali Pehlivan'ın üstünde güreşi sürdürürken bir yandan madımak toplayıp yemesi bardağı taşıran son damla oldu. Esat Bey gururu bir tarafa bırakıp çevresindekilere beklenen emrini verdi: "Gidin getirin şu adamı!". Hemen bir atlı çıkarıldı yola.

Haberci birkaç dakika içinde Mahmut Pehlivan'a ulaştı, nefes nefese anlattı olup biteni. Hüseyin Pehlivan'ın, kardeşi Ali Pehlivan'a yaptıkları çok kızdırmıştı O'nu. Habercinin atına atladı, camızları eve götürmesini tembihledikten sonra uçarcasına at sürdü köye doğru. Doğru harman yerine gitti. Halk bir masal kahramanını karşılar gibi karşıladı Mahmut Pehlivan'ı. Daha atından inerken kalabalıktan birine evden kispetini getirmesini söyledi. Esat Bey'i soğuk bir yüz ifadesiyle selamladıktan sonra, kalabalık içinde kardeşini aramaya başladı göz ucuyla. Ali Pehlivan, başı dizlerinin arasında, yorgun, ağlamaklı oturuyordu tek başına. Ağa­beyinin gözlerini üzerinde hissediyor, utancından kaldıramıyordu bakışlarını göz göze gelmemek için. Kardeşinin bu hali Mahmut Pehlivan'ın üzüntüsünü de hırsını da bir kat daha artırdı. Gömleğinin düğmelerini çözmeye sabrı kalmamıştı. Yakasından tuttuğu gömleği yırtarak çıkarmıştı bir hamlede. Atıverdi kendini güreş meydanına.

Mahmut Pehlivan'ın peşrevi de güreşi kadar seyre değerdi; ancak bu sefer kısa tuttu peşrevi. Hasmının üzerine atılmak için sabırsızlanıyordu. "Ya Allah" diyerek hamle yaptı arslan karşısında, kaderine razı bir ceylan masumiyeti ve çaresizliği içerisindeki Hüseyin Pehlivan'a doğru.

Sonu ceylanınkinden farklı olmadı Hüseyin Pehlivan'ın. Daha ilk hamle de altında kalmıştı Mahmut Pehlivan'ın. O buna zaten razıydı, farklı bir sonuç bekliyor da değildi. Kardeşi Ali Pehlivan'a yaptıklarından sonra kendisini sakatlayacağından korkuyordu Mahmut Pehlivan'ın. Kim bilir bu O'nun belki de son güreşi olurdu. Bu duygular içerisinde kendini Mahmut Pehlivan'ın karşı konulmaz gücüne ve vicdanına teslim etmişti.

Mahmut Pehlivan, rakibini bacaklarının arasına almış kendiside yere uzanmış vaziyette ellerini kullanmaksızın bir o yana bir bu yana çarpıyordu. Biraz önce yaptıklarından sonra böylesi bir ezayı çoktan hak etmişti. Böyle düşünüyordu istisnasız seyredenler. Bir ara Esat Bey oturduğu yerden kalktı, pehlivanların yanına kadar yürüdü. "Hüseyin" diye seslendi. Hüseyin Pehlivan aslan pençesindeki ceylan misali kan-ter içinde:

"Buyur Ağam".

"Biraz önce yediğin o madımaklar yine buradalar bak; niye yemiyorsun?'

Bu sözler Hüseyin Pehlivan'ın yarasına tuz biber olmuştu temelli.

"O madımakları gözüm görüyor mu ki Ağam?" diye cevap verir mecalsiz.

Mahmut Pehlivan Esat Bey'e sitemini belli edercesine yüksek sesle: "Ağa Ağa"... Hüseyin'i bırak, üçünü sal üçünü!" diye bağırarak diğer üç başpehlivana birden meydan okur. Bu Hüseyin Pehlivan için kurtuluş olur. Yeni bir güreşi başlatmak üzere Mahmut Pehlivan ile Hüseyin Pehlivan arasındaki güreş bozulur. Şimdi Mahmut Pehlivan aynı anda üç pehlivana karşı güreşecektir. Güreş meydanlarında bir benzeri daha olmayan bu uygulama nihayet başlar. Mahmut Pehlivan kısa bir süre içinde bu üç başpehlivanı da un çuvalı gibi yığar üst üste.

TAHTA KIRAN HASBEKLİ MAHMUT PEHLİVAN

Hasbekli Mahmut Pehlivan kariyerinin en önemli güreşini Adana'da bir Fransız'a karşı yapmıştır. Ticaret maksadıyla gittikleri Adana'da bir emrivaki ile 'insan azmanı" diyebileceğimiz bir Fransız'ın karşısına çıkarılan Hasbekli Mahmut Pehlivan üstelik hiç güreşmediği tarzda bir güreşe de mecbur edilmiştir. Geniş meydanlarda güreş tutmaya alışık olan Hasbekli Mahmut Pehlivan kurdurulan daracık bir ringde ve Grekoromen sitilde, üstelik kendisinden iki misli daha ağır bir insan azmanına karşı gerçekleştirir bu güreşini.

Bu güreşi de uzun uzun anlatarak siz okuyucuların sabırlarını zorlamak istemiyorum; ancak şu kadarını söylemeliyim ki: Hasbekli Mahmut Pehlivan kendisinden hiç ama hiç beklenilmeyen bir galibiyeti ringi göçürerek almış, bu güreşiyle de Adana yöresinde ünü artmış; kendisi o güreşinden sonra "Tahta Kıran" namıyla anılır olmuştur.

Babam yıllarca orda-burda aradıktan sonra Adana'da bulabilmiştir Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın resmini.

















HASBEKLİ MAHMUT PEHLİVAN'IN MANEVİ ŞAHSİYETİ

Hasbekli Mahmut Pehlivan'a manevi güçler izafe edenlerin bulunduğunu söylemiştik. Bu görüşü güçlendirir mahiyette bir anekdotu nakletmek istiyorum:

Yakın bir köyde ki düğünde köy halkı babamı da güreştirmek isterler. Bu isteklerine babam: Babamdan izin alırsanız giderim: şeklinde cevap verir. Bunun üzerine köyden hatırı sayılır birkaç kişi babama izin almak için o sıralar hasta yatağındaki Hasbekli Mahmut pehlivan’a varırlar.Dileklerini O’na ilettik den sonra izin vermesi için ricacı olurlar.Dedem, babamın güreşle meşgul olmasını pek istememektedir.göndermek istemez.

Babama döner:

“Evladım hem cirit oynuyorsun hem güreşmek istiyorsun, Bir koltukta iki karpuz taşınmayacağı gibi, bu iki iş de bir arada yürümez. Cirit kolu bozar. Gücün varsa işine sarf et. Hem senin gibi bir pehlivanın 3 haneli bir köyde hasmı çıkar. Allah (c.c.) bana "Mahmut'um" demiş iken dünyanın önünü ben alamadım.... Duygulanır... Yatağın içinde oturur... Sırtını açarak: "Madem komşular ısrar ediyor; gel şu mühürlerden öp de git" der.

Babam: Yanına vardım, gömleğini kaldırdım. iki kürek kemiği üzerinde köy mührü büyüklüğünde iki mühür gördüm. Sanki hamura basılmış gibiydi. ilk defa görünüyordum. Öptüm. diye anlatırdı o anı.

SON ZAMANLARI

Hasbekli Mahmut Pehlivan ömrünün son yıllarında kısmi bir felç geçirir. Ömrünün kalan kısmı kimi gün ayakta, kimi gün yatakta, ama hep bu hastalığın pençesinde geçer. Kafese kapatılmış bir arslan misali yatağa bağlanış çok üzer O'nu. Hem O'nu, hem çevresindekileri...

Köyde bir düğün vardır. Oradan gelen davul, zurna sesi O'na geçmişini hatırlatır... Bir süre eskilere dalıp gittikten sonra babama seslenir. Davulcuyla zurnacıyı çağırmasını söyler. Babam bir süre sonra davulcuyla zurnacıyı alıp gelir. Onları avluda oturturken babasının yanına varıp davulcuları getirdiğini haber verir. "Arzu ile Kamber"i çalmalarını ister... "Arzu ile Kamber" güreş sırasında çalınırmış meğerse.

Davul-zurna Arzu ile Kamber'i çalarken evde pencerenin önüne oturmuş onları izlemektedir. Bir süre gözünün önünden geçer gençliği, güreşleri. Şimdi genç olsaydı, durur muydu bu hava çalarken... Her kes çalan davul ve zurnadan çok Hasbekli Mahmut Pehlivan'ın o dokunaklı halini takip etmektedir.., Başını kaldırır.. Gözlerinden aşağı doğru iki damla yaş süzülür. Felçli elini diğer eline alarak: Bir zamanlar çook kispet yırttın amma... şimdi uçkurunu bile bağlıyamıyorsun. diyerek yatağına döner. O'nun bu sözü orada bulunanları ağlatmaya yetmiştir...

Kim bilebilirdi ki bu O'nun geçmişiyle vedalaşmasıdır.

"Her nefs ölümü tadacaktır" ilahi hükmü Hasbekli Mahmut Pehlivan için de işledi.1932 senesinde 75 yaşındayken Hak’kın rahmetine kavuştu.Ruhu Şad Olsun.
Yozgat Divanı Dergisi

Yozgat Divanı Dergisi

Yıl :2001

Sayı:3

HASBEKLİ MAHMUT PEHLİVAN

Kaynak:Ahmet YANALAK

Hasbekli Mahmut Pehlivan’ın Torunu.